15 Mayıs 2014 Perşembe

Yaşasak mı Ölsek mi?


Delirmeden ölebilecek miyiz? Acıya duyarsızlaşmadan?

Hoş dünya dediğimiz şu gezegende o kadar çok acı var ki hangi birine üzüleceğiz? Elbet unutacağız, unutarak büyüyeceğiz.
Yakınımızda da insanlar ölecek, uzaklarımızda da.. 

Gerçi ölüm herkeseydi değil mi? 
"Her canlı bir gün ölümü tadacaktır." 
Doğru elbet, lakin coğrafyamızda her ölüm zamansız, her ömür acı dolu olmak zorunda mı?

Uyuduğumuz geceler kederle yoğrulmuş, uyandığımız günler felakete gebe; ne kadar soluksuz  geçiyor ömürlerimiz yaşayanlar olarak bizlerin..

Sanki erken ölenlerin kalan ömürlerini, yaşayanların bir nefeste geçip giden ömürlerine "dayanıklılık aşısı" olarak eklemişler gibi...
Sanki hayat çizgimiz zaten birileri tarafından çizilmiş gibi...

Kalanların yaşamı, gidenlerin suçu 5 harf:

KADER!

Kaderim emekçi olmak,
Kaderim Arap olmak, Kürt olmak, Ermeni olmak,
Kaderim Armutlu'da öğrenci, Ankara'da direnişçi, Okmeydanı'nda çocuk, Soma'da maden işçisi, Türkiye'de gazeteci olmak ise;
Ölüm, benim yazgım.

Kaderim, geride kalan olmak ise...
O zaman, işte o zaman
Acı çekmek, acıya alışmak,
Acılar içerisinde, uyuşmuş bir şekilde ölümü beklemek benim yazgım.

Ne din, ne tanrı, ne evren; hiç biri yazmadı bana bu yazgıyı. Ben hiç seçmedim.

Beni yönetenlerin, yaşamam ve ölmem üzerinde hükmü olanların; dilime, dinime, sınıfıma göre bana doğarken layık gördükleri KADER.

Ne demişti Ahmet Kaya:

"Düşmüşüm bir çukura canım yanıyor...
Yaşasam mı ölsem mi
Karar vermek zor."

Ne dersiniz? 
Bizim hayatlarımız üzerinde tahakküm kurma yetkisini ellerinden alabilir miyiz? 
Düştüğümüz çukurdan çıkıp yaşamaya ya da ölmeye kendimiz karar verebilecek miyiz?

Kaderimizi değiştirebilir miyiz?